28 Mart 2012 Çarşamba

Genetik mühendislik nedir?


Dış bir müdahale ile, bir canlıya yeni kalıtsal özelliklerin kazandırılması veya kişinin mevcut ırsi özelliklerinin değiştirilmesiyle uğraşan yeni bir bilim dalıgenetik mühendisliği

Genetik Mühendislik; biyoteknoloji, gen teknolojisi, gen aşılama, gen üretme gibi çeşitli adlarla da anılır. Bazı bilim adamları, yazılarında Gen yerine Jen tabirini kullandıklarından Genetik ve Jenetik kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hızla gelişen bu yeni bilim dalındaki araştırma ve gelişmeler, bütün dünyada ilgiyle takip edilmektedir. Günümüzde modern biyoloji, çok büyük hamleler yapmış, işi moleküler biyolojiye kadar getirebilmiş ve hatta genetik mühendislik gibi bir tatbikat sahasına da ulaşabilmiştir.

Bir Amerikan biyoteknoloji firması ile Japonlar tarafından ortak yürütülen bir çalışma sonunda "mavi gül" elde edilebilmiştir. Araştırmacılar petunya çiçeğindeki mavi renk ile ilgili genleri kırmızı güle nakletmek suretiyle gülün rengini maviye değiştirmeyi başardılar. Bitkilerde renk değiştirme ile ilgili başarılı bir diğer çalışma da Almanya’da gerçekleştirildi. 1990 yılının Mayıs ayında Max-Planck Enstitüsü, mısır genini bir başka kırmızı bitkiye aşılayarak çalışmaya başladı. Bu mısır geninin özelliği yerini devamlı değiştirmesiydi. Oysa normalde bir gen daima yerinde kalır. Bu mısır geni, yerini sürekli değiştirerek icabında fonksiyonu olmayan genlere dönüşebiliyordu. Bu araştırmayla o zamanlar, bu zıplayan genin, renk veren yeni bitkinin genlerine ne kadar dönüşebileceğini bulmaya çalıştılar. Zıplayan genler, kırmızı bitkinin genlerine dönüşünce o geni kilitleyerek renk değişimine izin verdiler. Böylelikle kırmızı bitkinin bütün genleri beyazlaştı. Bu deney Almanya’da izin verilen tek serbest alan araştırmasıdır. 1983’te Washington Üniversitesine mensup araştırmacılar "Süper Fareler" üretmeyi başardılar. Fare büyüme hormonu genini ihtiva eden DNA’yı döllenmiş fare yumurtalarına aşıladılar. Sonra bir ana fareye yerleştirdikleri bu yumurtalardan, alışılmamış derecede iri süper fareler doğdu. Genetikçiler, değişik çalışmaların yanında kuraklığa, soğuğa ve zararlı böceklere karşı bitki yetiştirmek için büyük bir gayret içine girdiler. Elde ettikleri ilk başarı, bitkilerin renklerini değiştirmek oldu. Ancak hedefleri bunun çok daha ötesindedir. Dört köşeli meyveler, dev sebzeler yetiştirmek hatta laboratuvarda insan hücrelerini "yedek uzuvlara" dönüştürerek tıpta devrim yapmak gibi idealleri vardır. Bir insan genini, bitkiye aktarmak mümkündür. Zira, bütün canlıların genleri, dört ayrı kimyevi madde (baz)den meydana gelmiştir: Adenin, timin, guanin ve sitozin. Üç harfli kelimelerle gruplanan bu dört bazın sırası, hücrelerin karbonhidratları fermente edip etmediğini, yaprakları büyütüp büyütmediğini belirlemektedir.

Bu işin, tek hücreli bakterilerde bile yapılmasının kolay olmadığı düşünülürse, çok karmaşık yapılı bitki ve hayvan hücrelerinde başarılmasının çok daha güç olacağı açıktır. Araştırma ekibinden biyolog Robb. T. Fraley; "Aslında yaptığımız iş, bitki hücresine yabancı genleri aşılama usulünün bir denemesinden başka bir şey değildir." demektedir.

Bilim adamlarının gayretli çalışmaları sonucunda, bazı canlı genlerinin DNA dizisindeki yerleri tespit edilebildi. Günümüzde artık istenen genler zarara uğratılmadan ayıklanabilmektedir. 1970 yıllarından beri bu işlemler için "kısıtlayıcı enzimler"den faydalanılmaktadır. "Parçalayıcı enzimler" olarak da bilinen bu maddeler, aslında bir bakterinin kendisini istila eden virüslere (bakteriyofaja) karşı kullandığı bir savunma mekanizmasından başka birşey değildir. Bakteri, bunlarla virüsün DNA’sını belirli gen boğumlarından parçalayıp küçücük bölümlere ayırmak suretiyle kendini savunmaya çalışır. Genetik uzmanları da bu enzimlerle, inceledikleri DNA’yı küçük parçalara bölmek suretiyle, aşılamakta kullanacakları geni ayıklayabilmektedirler. Bu işlemlerde kullandıkları bir ikinci önemli vasıta da, "Escherichia coli" adlı barsak bakterisinin plasmitleridir. Plasmitler, bakteri kromozomlarının dışında bulunan ek DNA halkalarıdır. Bu plasmitlere genler aşılanabilmekte ve sonuçta bu geni ihtiva eden yeni bir bakteri nesli türetilebilmektedir. Bilim adamlarının kullandıkları en yeni bir yardımcı da retrovirüsler dir. Bu virüslerde tıpkı plasmitler gibi gen aşılamada bir taşıyıcı olarak görev yaparlar. Günümüzde; a) Plasmide aşılama, b) Retrovirüse aşılama olmak üzere belli başlı iki genetik mühendislik tekniği kullanılmaktadır.

a) Plasmide aşılama: Bu teknikte, aşılama için "Escherichia coli" bakterilerinin plasmidinden istifade edilir. Bu usulle, pratikle sun’i olarak şeker hastası (diyabetik) yapılmış bir farenin tedavisi gerçekleştirilmiştir. Hasta hayvanın tedavisi için, önce sağlam bir farenin penkreasındaki beta hücreleri alınır. Parçalayıcı enzimler vasıtasıyla hücrelerde insülin imal ettiren gen kesilip çıkarılır ve "Escherichia coli" bakterilerinin plasmidine aşılanır. Böylece bir süre sonra DNA yapısında bu geni taşıyan bakteri nesli türetilir. Daha sonra bu plasmitler ayıklanıp, bir çeşit yağ damlacıkları olan lipozomlara birleştirilir ve akabinde diyabetik farenin kanına enjekte edilir. Lipozomlar karaciğere ulaştıklarında, karaciğer hücreleri tarafından tutulur. Böylece insülin geni taşıyan plasmitler açıkta kalır. Bu plasmitler daha sonra karaciğer hücrelerinin çekirdeklerine girerler. Çekirdeğe giren plasmidin taşıdığı insülin geni, insülin emrini vererek karaciğer hücrelerinde insülin imalini başlatır. Böylece bir süre sonra hasta farenin iyileşmesi sağlanır.

b) Retrovirüse aşılama: Bu metodda, plasmide aşılama usulünde olduğu gibi önce aşılanacak gen tespit edilip çıkarılır. Sonra bir retrovirüse aşılanır. Retrovirüsler diğer birçok virüs gibi işgal ettikleri hücreleri öldürmezler. Hücre bölünmesi anını beklerler ve o esnada kendi genlerini istila ettikleri hücreye aşılarlar. Böylece hücre, retrovirüs vasıtasıyla kendine aktarılan geni imal etmeye başlar. Genetik mühendisliği dalında akla durgunluk veren yeni buluşlar birbirini kovalarken bazı fikir adamları da bu hızlı gelişme karşısında tedirginlik duymakta, doğması muhtemel büyük problemleri dile getirmektedirler. Böyle ciddi konuların hukukun kontrolü altında olması gerektiğini savunmaktadırlar. Genetik mühendisliği bir silah olarak kullanılamaz mı? Genetik laboratuvarlarını kimler ve nasıl kontrol edecektir? Genetik araştırmalar kimler tarafından yönetilecektir? Laboratuvarlardan dışarıya zararlı virüs ve mikropların sızması nasıl önlenecektir? Kendi elimizle canavarlar üretmez miyiz? gibi akla gelen çeşitli sorular genetik mühendisliğinin de kötüye kullanılabileceğini hatırlatmaktadır. Aslında mesele genetik mühendisliğinde değil, insanın bizzat kendisindedir. İyilerin hakim olduğu ve insanlığın seadeti için çalışılan bir dünyada, genetik mühendislik de insanlığın faydasına kullanılacak, zararlarından kaçınılacaktır.


Kaynak: http://genetikmuhendisligi.nedir.com/#ixzz1qR6rgx7Y


Günümüzde artık pek fazla tercih edilmese de, mektup bir zamanların vazgeçilmez iletişim ve haberleşme aracıydı. Hâlâ zaman zaman kullanıldığına şahit oluruz. Siz de bir mektup yazdınız ve sıra geldi mektubunuzu göndermeye. Aşağıdaki talimatlar size yardımcı olacaktır.

  • Zarfın sol üst köşesine gönderenin adını ve soyadını yazın.
  • Gönderen isminin hemen altına gönderenin adresini yazın.
  • Zarfın sağ alt köşesine alıcının adını ve soyadını yazın. Kullandığınız zarf çok küçükse alıcı adını yazmaya hemen hemen zarfın ortasından başlamalısınız. Yazmaya sağ alt köşeye çok yakın başlarsanız yazacaklarınız sığmayabilir.
  • Alıcı adının hemen altına alıcının açık adresini yazın. Adresin sonuna posta kodunu yazın. Posta kodu mektubun sahibine ulaşmasını kolaylaştıracaktır.
  • Zarfınıza bir de pul yapıştırmak isterseniz sağ üst köşeyi kullanın. Posta pulu eskiden gönderim ücretinin ödendiğini göstermek amacıyla kullanılıyordu. Fakat artık posta pullarına gerek kalmadı.
  • Mektubunuzu uygun şekilde katlayarak zarfın içine koyun. Zarf kapağını hafifçe ıslatarak kapatın.
  • Mektubunuzu en yakın postaneye teslim edebilirsiniz. O artık gideceği yeri bulur




27 Mart 2012 Salı

                           BURÇAK  TARLASININ   ÖYKÜSÜ               
TTokat yöresine ait Muzaffer Sarısözen'den alınan " BURÇAK TARLASI" türküsü...

Niksar köylerinden birinden bir genç askere çağrılır, İstanbul'a sevkedilir. Niksar'lı genç, sıhhatli,yanık tenli, uzun kirpikli bir anadolu çocuğudur.İstanbul'da hafta iznini geçirdiği sıralarda, genç bir kızla karşılaşır, kızın da ilgisini çeker. Zeki Niksarlı genç, kızın hem kendisini sevdiğini hem de zengin olduğunu hemen anlar. Konuşmalar ilerledikçe kendisinin de zengin olduğunu, çiftliklerinin, sürülerinin, arazilerinin olduğunu mütevazi bir şekilde dile getirir. Gel zaman git zaman, iki gönül birleşir. Kız, zengin babasını ikna ederek delikanlı ile beraber, zengin ümitler ve yaldızlı hülyalarla uzun bir yolculuktan sonra Tokat'a, oradan da Niksar' a varırlar..Yolda delikanlı, yalanlarına devam eder. Ancak zengin kız, duvarı tezekli, iki gözlü, toprak bir evin karanlık odasına gelince gerçeğin sert ve acımasız yüzüyle karşılaşır. Ama gönül vermiştir delikanlıya, sevmiştir.. Evliliğine karşı çıkan babasının, ne de olsa sözünü kırmıştır. Geri dönmek olmaz. Köyde boş durmak olur mu? Toprak kendine gönül veren, üzerine eken insanlara meyvesini verir. Gelin hanımın da çalışması lazımdır. İlk olarak kaynanası ve görümcesi ile birlikte tarlaya gider. Artık onun için yeni bir hayat vardır..Bu hayatı sözlere dökülür ve türkü olup dilden dile dolaşır..


Sabahınan kalktım südü pişirdim
Sütün kaymağını yar yar yere daşırdım
Kaynanamdan korktum aklım şaşırdım

Ah ne yamanda zor umuş burçak tarlası
Burçak tarlasında yar yar gelin olması

Sabahınan kalktım ezan da sesi var
Ezan sesi değil de yar yar burçak yası var
Sorun şu adamın kaç tarlası var

Ah ne yamanda zor umuş burçak tarlası
Burçak tarlasında yar yar gelin olması

Elimi salladım değdi dikene
İlahi kaynana ömrün tükene
İntizar ederim burçak ekene

Ah ne yamanda zor umuş burçak tarlası
Burçak tarlasında yar yar gelin olması

Elimin kınasın ezdirmediler
Gözümün sürmesin süzdürmediler
Burçak tarlasında gezdirmediler..

Jules Gabriel Verne (Jül Gabriel Vern), Fransız bilim kurgu yazarı (8 Şubat 1828 – 24 Mart 1905).Edebiyat tarihinin en çok okunan yazarlarından biri olan Jules Verne, H.G. Wels’le birlikte bilim-kurgunun kurucu babalarından biridir.

Verne’in ergenler için olduğu kadar erişkinler için de yazılmış olan anlatıları 19. yüzyılın atılımcı ruhunu ve eleştirellikten uzak bir tarzda da olsa, onun bilimsel ilerleme ve icatlar karşısında kapıldığı büyülenmeyi etkili bir biçimde yansıtır. Genellikle yolculuk öyküleri biçiminde kurgulanan çalışmaları okurunu aya (Aya Seyahat, 1873) ya da tam tersi yöne (Arzın Merkezine Seyahat, 1864 ) doğru birlikte götürür. Verne’in yapıtlarının birçoğu kehanet olarak kabul edilecek ölçüde, izleyen yüzyılda gerçekleştirilmiş icat ve gelişmelerin haberleriyle doludur.
“Of! -ne yolculuk- ne harika ve ne olağandışı bir yolculuk! Bir volkandan yerin altına girmiştik ve bir başkasından dışarı çıktık. Ve bu diğeri Sneffels’den, dünyanın sınırlarına atılmış kasvetli İzlanda’dan 1200 fersahtan daha uzaktaydı… Sınırsız yeşilliğe varmak üzere sonsuz karlar diyarını terk ettik ve Sicilya’nın mavi göğüne ulaşmak üzere tepemizdeki buzlu diyarların gri sisini geride bıraktık” (Arzın Merkezine Seyahat)
Jules Verne Nantes’da doğdu ve aynı şehirde büyüdü. Babası zengin bir avukattı. Onun mesleğini sürdürmek amacıyla, Verne, hukuk öğrenimi için Paris’e yerleşti. Amcası aracılığıyla burada edebiyat çevrelerine yakınlaştı ve Victor Hugo ve -şahsen de tanıdığı- Alexandre Dumas’nın (Fils) etkisinde art arda oyunlar yayınladı. Henüz 22 yaşındayken tek sahnelik oyunu Kırık Kamışlar Paris’te sahnelendi. Bu arada hukuk eğitimini tamamlamayı da başardı. Bu süre boyunca Vernes, ömrü boyunca zaman zaman nüksedecek olan sindirim sistemi sorunlarından mustaripti.
1854′te Charles Baudelaire, Edgar Allen Poe’nun eserlerini Fransızca’ya çevirdi ve Verne Amerikalı yazarın en sadık hayranlarından biri oldu. Poe’nun etkisi altında 1851′de Balonla Beş Hafta’yı yazdı. Yazar daha sonradan Poe’nun Arthur Gordon Pym’in Öyküsü kitabının devamı niteliğinde olan The Sphinz of the Ice Fields’i yayınlayacaktı. Bir yazar olarak kariyeri yavaş yavaş gelişirken, “Olağanüstü Yolculuklar” dizisinin ilk kitabı Balonla Beş Hafta’yla yakalayacağı başarıya dek borsayla uğraştı. 1862′de bu dizinin yayıncılığını üstlenen ve çocuk yayıncılığının ilk başarılı örneklerini sunmuş olan Pierre Jules Hetzel’le tanıştı ve hayatının sonuna dek onunla çalıştı. Hetzel, bir dönem Balzac ve George Sand’ın kitaplarını da yayınlamıştı. Hetzel sıkı bir editördü ve yazarın kitaplarına köklü düzelti önerileri getirmekte hiç duraksamıyordu. Bu arada, Verne’in erken dönem çalışmalarından olan 20. Yüzyılda Paris’i yayınlamayı da ret etmişti; bu kitap, 1997′deki ilk İngilizce baskısına kadar ortaya da çıkmamıştır.
Kısa süre içinde Verne’in romanları tüm dünyada büyük ün kazandı. Bir bilimadamının eğitimine ya da yolcunun tecrübesine sahip olmayan yazar, zamanının büyük bölümünü kitapları için araştırma yaparak geçiriyordu. Lewis Carroll’un Alice Harikalar Diyarında ile örneklenebilecek fantezi edebiyatının tersine Verne ayrıntılarda gerçekçi ve pratik olmaya çalışıyordu. H.G. Wells Aydaki İlk Adamlar’da, yerçekiminden bağışık bir madde olan ‘cavourite’i uydurduğunda Verne, doğrusu bundan pek tatmin olmamıştı: “Ben karakterlerimi aya barutla, insanın her gün görebileceği bir şeyle yolladım. Bay Wells ‘cavourite’ini nereden buluyor? Bırakın bana göstersin!”
Yine de, öykülerinin mantığı zamanının bilimsel verileriyle çatıştığında Verne olgu ve oalsılıklara kölece bir bağlılık göstermemiştir. 80 Günde Devrialem’deki, gözüpek ama yine de gerçekçi bir iddia üzerine dünyayı dolaşmaya çıkan Philèas Fogg’un öyküsü Birleşik Amerikalı gezgin George Francis Train’in (1829-1904) gerçek bir yolculuğu üzerine kurulmuştur. Arzın Merkezine Seyahat’in kurgusu ise jeolojik temellere dayanabilecek bir eleştiriye karşı oldukça zayıftır. Romanda yeryüzünün derinliklerine yönelen bir keşif gezisi anlatılır. Hector Servadac’ta (1877) ise bir kuyruklu yıldız Hector ve uşağını güneş sistemi etrafında gezintiye çıkarır. Dalga geçer havası taşıyan bir bölümde Cebelitarık kayalıklarının satranç oynayan iki İngiliz tarafından işgal edilmiş olduğunu keşfederler.
Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ta Verne, okuyucusunu modern “süper kahraman”ların öncülerinden biriyle, insan düşmanı Kaptan Nemo’yla ve onun, ayrıntılı bir biçimde betimlediği denizaltısı, mühendis Robert Fulton’un buhar enerjisiyle çalışan denizaltısının adını taşıyan Nautilius’la tanıştırır. Esrarlı Ada, insanın sanayi çağındaki sömürülüşüne yanıtlar içeren bir robinsonaddır. Birkaç kez filme alınan bu eserlerde, Verne bilimi ve mucitliği akıcı bir macera anlatımıyla birleştirir. Verne’in kurgularının bir bölümü gerçek olmuştur. Elektrik enerjisiyle çalışan denizaltısı Nautilius yalnızca yirmi beş yıl içinde gerçekleştirilmiştir; Aya Seyahat’teki uzay gemisi ise yaklaşık bir yüzyıl sonra kitabın konusunu gerçek kılmıştır. 1886′da yapılan ilk elektrikli denizaltı Verne’in onuruna Nautilius olarak adlandırılmıştır. 1955′te hizmete giren ilk nükleer denizaltının adı da Nautilius olmuştur.
Walt Disney tarafından üstlenilen ve yönetmenliğini Richard Fleischer’in yaptığı Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ın Bob Mattey’in tasarladığı mekanik olarak kumanda edilen dev mürekkep balığının da yer aldığı film uyarlaması, özel efektler dalında Oscar almıştır. Filmde, stüdyo için özel olarak hazırlanmış devasa bir su tankı içinde bu mürekkep balığı filmin oyuncularıyla boğuşmuştur. James Mason’un Kaptan Nemo, Kirk Douglas’ın güçlü denizci Ned Land’i canladırdığı filmde, denizaltının tasarımı konusunda Verne’in kitapta yer verdiği ayrıntılara da olabildiğince sadık kalınmaya çalışılmıştır. Yönetmen Mike Todd’un Seksen Günde Devrialem’i ise en iyi film Oscar’ını kazanmasına karşın aktörlerine başarı getirememiştir. Filmin dikkat çekici yanlarından biri, aralarında Kayalık Dağlar koyunları, bufalolar, eşekler ve devekuşlarının bulunduğu 8.552 hayvanın filmde görünmüş olmasıdır.
Verne, yazarlığının ilk döneminde ilerlemeyle ilgili teknolojik iyimserliği ve dünyanın toplumsal ve teknik gelişiminde Avrupa’ya yüklediği merkezi rolü fazlaca öne çıkarmıştır. Bazı öngörüleri gerçekleşmiş olsa da, hayalgücü sık sık gerçeklikle çelişmiştir. Aya Seyahat’te öykünün anlatıcısı dev bir topla uzaya fırlatılır. Oysa zamanının sıradan bir fizikçisinin de söyleyebileceği gibi, fırlatılan modülün yolcularını ilk ivme sırasında ölmesi gerekirdi. Bu türden bir uzay silahı 18. yüzyıl tahayyülünde ortaya çıkmıştır; aslında bundan da önce 1655′te Cyrano de Bergerac Aya ve Güneşe Seyahat adlı bir parça yazmış ve öykülerinden birinde roketle uzay yolculuğuna yer vermiştir.
“Verne’in bu mamut topu fikrini ne kadar ciddiye aldığını söylemek zordur; zira öykünün büyük bir bölümü fevrice yazılmıştır… Muhtemelen böyle bir silahın yapılabileceğine ve bir mermiyi aya gönderebileceğine inanıyordu; ancak kalkış şokundan sonra tayfanın canlı kalabileceğine inanması mümkün görünmüyor.” (Arthur C. Clarke; Selam, Karbon Temelli İkiayaklılar!, 1999)
Verne’in önemli eserleri 1880′lerde yazıldılar. Geç dönem romanları insan uygarlığının geleceği üzerine kıyamet tahayyüllerinin etkisi altındaki fin-de-siècle havasını yansıtır. Sonsuz Adem adlı öyküsünde çok ileri zamanlarda bir bilimadamı 20. yüzyıl uygarlığının coğrafi felaketlerle çöküşünü keşfetmektedir ve “Adem ve Havva” efsanesi döngüsel bir gerçek haline gelmektedir. Fatih Robur’da (1886) Verne havadan ağır bir hava silahının ortaya çıkışını öngörür; ancak öyküyü devam ettirdiği bir sonraki kitabı Dünyanın Hakimi’nde büyük mucit Robur megalomaniden mustariptir ve yetkililerle bir kedi-fare oyunu oynamaktadır.
Verne, 1860′lardan başlayarak sakin bir burjuva hayatı sürmüştü. 1867′de kardeşi Paul’la birlikte Niagara Şelalesi’ni de ziyaret ettiği bir Birleşik Devletler yolculuğuna çıktı. Daha sonraları gemiyle çıktığı Akdeniz yolculuğunda Cebelitarık’ta, Afrika kıyılarında büyük bir hayranlıkla karşılaştı. Roma’da papa XIII. Leo kitaplarını kutsadı. 1871′de Amiens’e yerleşti ve 1888′de buradan meclis üyesi seçildi. 1886′da bir paranoyak olan yeğeni Gaston tarafından öldürülmek istendi. Saldırı sonucu bacağından yaralanan Verne kurtulsa da bacağı ömrü boyunca sakat kaldı. Yeğeni ise hiç iyileşemedi.
Verne 28 yaşındayken iki çocuklu bir dul olan Honorine de Viane ile evlendi. Büyük bir kır evinde ailesiyle birlikte yaşadı ve fırsat buldukça tekne gezilerine çıktı. Dayanışma ve güvene dayanan bir anarşizm kuramı ortaya atan Pyotr Kropotkin’e ailesini korkutacak ölçüde bir hayranlık duyuyordu. Ölümünden sonra yayınlanan Naufrages de Jonathan’ın kahramanının biçimlenişinde Kropotkin’in büyük etkisi olduğu düşünülür. Verne sosyalist kuramlara yakınlığı Matthias Sandorf’ta (1885) da yoğun bir biçimde sezilir.
Jules Verne hayatının son kırk yılllık döneminde hemen hemen her yıl bir kitap yayınlamıştır. Konu bakımından çeşitlilik gösteren ve dünyanın çeşitli yerlerinde geçen kitaplarına rağmen yazar çok fazla yolculuk yapmamıştır. Balonla tek yolculuğu pek kısa, yalnızca yirmi dört dakika sürmüştür. Hetzel’e yazdığı bir mektupta yazarın şöyle bir itirafına rastlanır: “Kafamı biraz rahatlatmam gerek. Kendimi kahramanlarımın olağanüstü maceralarına kaptırıyorum. Üzüldüğüm tek şey onlara eşlik edememek…” Verne’in eseri, altmış beş romanı, yaklaşık yirmi kısa öykü ve makaleyi, birkaç coğrafi çalışmayı ve opera librettolarını kapsar. Verne Amiens’te 24 Mart 1905′te ölmüştür. Eserlerinin bir kısmı birçok filme esin kaynağı olmuştur: Georges Melies Aya Seyahat’i (1902), Walt Disney Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ı (1954), Henry Levin Arzın Merkezine Seyahat’i (1959), Irwin Allen Balonla Beş Hafta’yı filmleştirmiştir. İtalyan ressam Giorgio de Chirocco, yazarın eseriyle yakından ilgilenmiş ve Metafizik Sanat Üzerine adlı makalesini Jules Verne’e ithaf etmiştir:
“Kim evleriyle, sokaklarıyla, klüpleriyle, meydan ve açık alanlarıyla Londra gibi bir şehrin metafizik öğelerini; Londra’da bir Pazar öğleden sonrasının hayaletimsiliğini; bir adamın, gerçek bir yürüyen hayaletin melankolisini, Seksen Günde Devrialem’in Phienas Foggs’unda ortaya çıktığı biçimde anlatabilenden daha yeteneklidir? Jules Verne’in eseri keyifli, avutucu anlarla doludur; romanı Yüzen Şehir’de bir buharlı geminin Liverpool’dan ayrılışının betimlemesini hala anımsarım.”
Eserleri
En çok bilinen eserleri aşağıda sıralanmıştır.Seksen Günde Devr-i Âlem (1872)
Denizler Altında 20.000 Fersah (1873)
İnatçı Keraban (1882)
Michael Strogoff (1876)
İki Yıl Okul Tatili (1886-1887)
Aya Yolculuk (1865)
Kip Kardeşler
Doktor Ox’un Deneyi
Dünyanın Ucundaki Fener
Bir Piyango Bileti
Meteor avı (1901)
Altın Yanardağ
Macellanya
Gezgin Cambazlar
Deniz Yılanı
Kahraman Fenerciler
15 yaşında bir kaptan
Dünyanın hakimi
Yüzen şehir
Bir gazetecinin yolculuk notları
Balonla Beş Hafta
Dünyanın Merkezine Yolculuk
Kaptan Grant’ın Çocukları
Karpatlar Şatosu
Esrarlı Ada
Kaptan Hatteras`ın Maceraları
20. yüzılda paris

7 Mart 2012 Çarşamba

Çöplerimiz birikmesin
Sularımız kirlenmesin
Yakıtımız tam yakılsın
Temiz olsun her şeyimiz.
 

Oynayalım hep coşalım
Bu yurdu temiz tutalım
Sokağımızla caddemiz
Köyümüzle, kentimiz
 

Temiz olsun hep çevremiz
Güzel olsun hep yöremiz.
Oynayalım hep coşalım
Bu yurdu temiz tutalım
 

Yaylada ovada dağda
Pırıl pınl bir doğada
Oynayalım hep coşalım
Bu yurdu temiz tutalım.
 

Erol YAVUZ

5 Mart 2012 Pazartesi


1Tokat İli Merkez Şehitler Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
2Tokat Turhal Derbentçi Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
3Tokat Turhal Yeşilalan Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
4Tokat Almus Kızıldere (Ataköy Beldesi) Kültür ve Dayanışma Derneği
5Tokat Başçiftlik Yeşilçam Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
6Tokat Niksar Geyikgölü Kültür ve Dayanışma Derneği
7Tokat Almus Kızılelma Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
8Tokat Almus Çambulak Köyü Kültür ve Yardımlaşma Derneği
9Tokat İli Gökdere Nahiyesi Musullu ve Çevre Köyleri Kalkındırma ve Dayanışma Derneği
10Tokat Almus Hubyar Köyü Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği
11Tokat Merkez Nebi ve Çevre Köyleri Kültür ve Dayanışma Derneği
12Tokat Almus Kınık Beldesi Kültür ve Dayanışma Derneği
13Tokat Merkez Acıpınar Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
14Tokat Turhal Karkın Köyü Aziz Baba Sosyal ve Kültürel Yardımlaşma Derneği
15Tokat İli Niksar İlçesi Mutluca Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
16Tokat Karakaya Köyü Kültür ve Yardımlaşma Derneği
17Tokat Niksar Pelitli Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
18Tokat Niksar Güzelyayla Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
19Tokat Turhal Eriklitekke Kültür ,Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
20Tokat Reşadiye Büşürüm Beldesi Kültür ve Dayanışma Derneği
21Tokat İli Şenköy Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
22Tokat İli Niksar İlçesi Ayvalı Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
23Tokat Merkez Eski Köyü ve Çevre Köyleri Kalkındırma ve Dayanışma Derneği
24Tokat Artova Bebekdere Köyü Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği
25Tokat Almus Sağırlar Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
26Tokat İli Niksar İlçesi Korulu Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
27Tokat İli Almus İlçesi Görümlü Kasabası Kültür ve Dayanışma Derneği
28Tokat Almus Gölgeli Beldesi Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
29Tokat Turhal Çaylı Kasabası Kültür ve Dayanışma Derneği
30Tokat Hasanbaba Köyü Sosyal Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği
31Tokat İli Merkez Ballıdere Köyü Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Derneği
32Tokat İli Kemalpaşa Beldesi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
33Tokat Sırçalı Köyü Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
34Tokat İli Halilalan Köyü Yardımlaşma Dayanışma ve Kalkındırma Derneği
35Tokat Pazar Dereçaylı-Tepeçaylı Kültür ve Dayanışma Derneği
36Tokat Ahmetalan Köyü Kalkındırma, Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği
37Tokat İli Yeşilyurt Doğlacık Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
38Tokat İli Almus İlçesi Gevrek Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
39Tokat Almus Kuruseki Köyü Kültür Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
40Tokat Turhal Hasanlı Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
41Tokat Erbaa Keçeci Köyü Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği
42Tokat İli Reşadiye İlçesi Esenköy Sosyal ve Yardımlaşma Derneği
43Tokat İli Zile İlçesi Ankara'da Yaşayan Kozdere Köylüleri Dayanışma ve Kültür Derneği
44Tokat Zile Karabalçık Köyü Mensupları Yardımlaşma Derneği  
45Tokat İli Niksar İlçesi Gerit Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
46Tokat İli Artova İlçesi Yenice Köylüleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği
47 Tokat Pazar Tepeçaylı Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
48 Tokat Almus Salkavak Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
49 Tokat Niksar Şıhlar Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği
 50 Tokat Almus Akarçay Kasabası Kültür ve Dayanışma Derneği
 51 Tokat Turhal Erenli Köyü Er Mahmut Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği
 52 Tokat Turhal Yenisu Beldesi Sosyal Dayanışma ve Kültür Derneği
 Tokat Turhal Kuytul Köyü Sosyal Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
Tokat  ili Yamurlu Kasabası Kültür ve Dayanışma
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Bütün çiçekleri getirin buraya.
Öğrencilerimi getirin buraya, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiçeklere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya.
Son bir ders vereceğim onlara.
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin... Ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin, görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini,
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın,
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyorum gönlümde,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yürükler yaylasında, Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, ağrı eteğinden,
Gücenmesin, bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum,
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan gizli ve sessiz,
O bakımsız ama kokusu eşşiz çiçek,
Kimse bilmeyecek seni, seni kimse bilmeyecek
Seni, beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.

Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Okulun duvarı çöktü, altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya.
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

Ceyhun Atıf KANSU

---------------------------------------------------------

ÖĞRETMENİM BEN...

Kendini vatana adamış olan,
Geleceği yazan eğitmenim ben.
En güzel sevgiyi okulda bulan,
Canlara can katan öğretmenim ben.

İşim eğitimdir can pahasına,
Hiç bakmam az yada çok parasına,
Dermanı olurum her yarasına,
Dilsize derdini söyletenim ben.

Hem anayım hem baba tüm çocuklara,
Cevap bulmalıyım tüm sorulara,
Beşikten mezara tüm insanlara,
Doğruyu,yanlışı öğretenim ben.

Ebeyim,hemşireyim köyde doktorum,
Bazen bir yönetmen,bazen aktörüm,
Hazine arayan bir detektörüm,
Sevgiyi,şefkati gösterenim ben

İlim mürşidimdir, ahlak irfanım,
Bu vatan uğruna fedadır canım.
Çileyi işleyip,dert dokuyanım,
Öğretmek aşkına inleyenim ben.

Cehalet düşmanım,dostum ilimdir,
Beynim sermayemdir,silah dilimdir,
Kalemim kitabım tek sevgilimdir,
İlimden başka yol bilmeyenim ben.

Örnek bir insanım tüm çocuklara,
Çiçek koymalıyım tüm kucaklara,
İyi yada kötü, olacaklara,
Kendimde bir hisse arayanım ben.

Eğer bu vasıflar yok ise bende,
Çok eksik var demek eğitimimde
Kimse bana bir şey söylemese de,
Kendime ‘çok yazık’ dedirtenim ben.

Kasım KAPLAN

---------------------------------------------------------

BİRİCİK ÖĞRETMENİM

Öpmek istiyorum hep o şefkatli elleri.
Yerimde sayıyordum alıp geçtin ileri.
Bana hep sen öğrettin o güzel bilgileri.
Benim bilgi kaynağım, sevgili öğretmenim.

Hep okulda geçirsem günleri, geceleri,
Daha erken öğrensem harfleri, heceleri.
Sende saklı bulunan o güzel bilgileri,
Ben de almak isterim biricik öğretmenim.

İstemez oldum artık vefasız geceleri.
Hep sınıfımda olsam, okusam heceleri.
Atamın önerdiği olmam istenen yeri,
Bana sen hazırladın biricik öğretmenim.

Hakkı ÇEBİ

---------------------------------------------------------

ÖĞRETMEN

A'dan başlar aydınlık,
Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen.
Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek
Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir,
Yeryüzü ile el ele öğretmen

Göz gözdür o, uzakları görürüz
Ağızdır o, türkü söyleriz haykırırız günlerden.
Ulaşırız erdem üstüne, gelecekler üstüne biz hep
Çizer büyük değirmisini
Uç olur da gergele öğretmen.

Hey hey, burası bir dağ köyü, kurda kuşa
Bırakılmış göğün kıyısına bırakılmış
83 toprak ev, 83 acı duman,
Çoluğuyla, çocuğuyla 415 karanlık
Kurtulacağız, el ayak kurtulacağız,
Bir okul yapıla, bir gele öğretmen.

Bir ışık, bir ışık daha,
Gecelerin içindeki ejderlerle dövüşür
Nice istemeseler de, nice önleseler de,
Uyandırır toplumunu
İyiye, doğruya, güzele öğretmen.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

---------------------------------------------------------

BEN BİR ÖĞRETMENİM

Ben bir öğretmenim
Sevgiyi, sevmeyi öğretirim çocuklarıma,
Kini, öfkeyi nefreti değil.

Ben bir öğretmenim
Dostluğu, kardeşliği öğretirim çocuklarıma
Dövüşü, kavgayı, savaşı değil.

Ben bir öğretmenim
Okumayı, yazmayı, küçükleri korumayı
Konuşmayı dinlemeyi, büyükleri saymayı
Öğretirim çocuklarıma.

Ben bir öğretmenim
Sevgiyle, bilgiyle sularım çiçeklerimi
Ve bu güzel çiçeklere
Cumhuriyeti kuran Atatürk’ü öğretirim.

Ben bir öğretmenim
Ve öğretirim çocuklarıma
Ülküm vatanı yüceltmektir.

Ben bir öğretmenim
Çiçektir diyemem çocuklarıma
Çiçeklerden güzeldir bütün çocuklar,
Ve öğreteceğim çocuklarıma
İyilikten güzellikten yana ne varsa.

Ahmet YÜCEL

4 Mart 2012 Pazar


İzmir Genel Bİlgi

Yazı Boyutu 8 Punto 10 Punto 12 Punto 14 Punto
Ege Bölgesi’nde yer alan İzmir’in batısında Ege Denizi, kuzeyinde Balıkesir, doğusunda Manisa, güneyinde de Aydın illeri bulunmaktadır. İzmir’in yüzey şekilleri oldukça çeşitlilik gösterir. Ege Bölgesi’nin doğu-batı doğrultusunda uzanan ovaları ve onları birbirlerinden ayıran dağ sıraları, il topraklarını engebelendirmektedir.

İzmir İlinin bulunduğu alan, dördüncü zaman başlarında Egeid ismi verilen bir kara parçası konumunda idi. Ayrıca bu alan deniz seviyesinde, hafif dalgalı (Penoplen) düzlükler halinde idi. Bu jeolojik zamanda Doğu Anadolu’nun Yunanistan’a kadar uzanan bölgesi kuzey ve güneyden Alp Dağlarının kıvrımlarının etkisi ile sıkıştırılmıştır. Şiddetli basınçlarla bazı yerler,örneğin; Anadolu Yarımadası yükselirken, Ege Denizinin bulunduğu Egeid Kıtası ise alçalmış ve çökmüştür. Ardından bu kıta parçasının üzeri Akdeniz’in suları ile kaplanmıştır. Bu çöküntü nedeniyle Batı Anadolu Bölgesi’nde, doğu-batı doğrultusunda kırılmalar olmuştur. Sürekli şekilde sıkıştırılan bu bölgede kırıklar arasında kalan bazı yerler yükselerek dağları (Horst), bazı yerlerde alçalarak ovaları (Graben) oluşturmuştur. Ovalar karaların içine doğru sokulmuştur. Körfezlere dökülen akarsular zamanla körfezi doldurmuştur. Ege Bölgesi ve Batı Anadolu’nun oluşumu henüz son bulmadığı, yer kabuğunun henüz yerleşmediği sık sık meydana gelen depremlerden anlaşılmaktadır. Yalnız, yörede volkanik faaliyetlere rastlanmamaktadır.

İzmir’in kuzeyinde Madra Dağı (1.344 m.) ve onun güneybatı uzantısı olan Kozak kütlesi (1.051 m.) bulunmaktadır. Bunlardan Madra Dağının yapısında kristalin şistler, Kozak kütlesinde de granitler vardır. Bu dağlık alandan güneye inildiğinde, doğu-batı doğrultusundaki çukurlardan Bakırçay Ovası ile karşılaşılır. İl topraklarına doğudan dar bir boğazla girilen ve Kınık önlerinde genişleyen Kınık Ovası, Karadağ’ın (747 m.) önünde güneye yönelir. Küçük tepeler arasında bir boğazda daralır ve Çandarlı Körfezi’nde de son bulur. Bakırçay Ovası ile Gediz Ovası arasında Yunt Dağı (1.075 m.) bulunmaktadır. Bu dağın doğuda kalan yarı bölümü Manisa ili sınırları içerisinde olup, jeolojik yönden geniş lav alanlarını oluşturmaktadır. Yunt Dağı’nın güneybatısında ise Dumanlı Dağ (1.098 m.) bu kütlelerden ayrı olup, andezitlerden oluşmuştur. Bunları izleyen Foça Tepeleri 380 m.ye kadar yükselir ve Spil (Manisa) Dağı önünde ikiye ayrılır. Bunlardan biri Nif (Kemalpaşa) Ovası’nı oluştururken, diğer kolu da Spil Dağı’nın güney yamacından İzmir topraklarına girer ve Dumanlı Dağı ile, daha güneydeki yamanlar Dağı (1.076 m.) arasında Menemen Boğazı’nı oluşturur. Bu boğazın batısında ise oldukça geniş bir kıyı ovası konumunda Menemen Ovası bulunmaktadır. Gediz Ovası ile Küçük menderes Ovası arasındaki Bozdağlar (2.159 m.) İzmir’in en yüksek noktasıdır. Bozdağlar batıya doğru alçalır, Mahmut Dağı’nın batısında Karabel Çukuru (480 m.), Nif Dağı’nı Bozdağlar sırasından ayırır.

Manisa ve Yamanlar Dağlarının güneyindeki çöküntü alanı zamanla su ile kaplanmış ve İzmir Körfezi’ni oluşturmuştur. Körfezin doğusunda Bornova Ovası, onun doğusunda da Kemalpaşa Ovası bulunmaktadır. Bu iki ova arasında Kahvecibeli (Belkahve) (250 m.) yer almaktadır.

İzmir’in güneydeki çukur alanı olan Küçük Menderes Ovası, Bozdağlar ile Aydın Dağları arasında yer almaktadır. Bu ova, İzmir il sınırları içerisinde bulunmaktadır.Küçük Menderes Ovası doğuda dar bir vadi biçiminde uzanırken, Ödemiş ile Bayındır arasında genişler, Torbalı’nın batısında Cuma Ovası ile bağlantı sağlar. Kuzeyden güneye doğru uzanan bu yükseltilerden ayrı olarak Urla yarımadası da ilin coğrafi görünümüne ayrı bir çeşitlilik katmaktadır. Bu yarımada kuzey-güney doğrultusunda uzanan Karaburun Yarımadası ile Çeşme Yarımadası’ndan ayrılan bölümlerden oluşmaktadır.

İzmir ilindeki akarsuların hemen hepsi Ege Denizi’ne akmaktadır. Bunlar Bakırçay, Gediz ve Küçük Menderes Nehirleri’dir. Yalnızca Madra Dağı’nın kuzey yamacından çıkan ve Kocaçay’ın kollarını oluşturan küçük akarsular Marmara Denizi’ne kadar ulaşmaktadır. Akarsu ağızlarındaki küçük delta gölleri ve Bozdağ üzerindeki Ödemiş gölcüğü, Torbalı ile Selçuk arasındaki Belevi Gölü, Küçük Menderes’in Selçuk yakınlarında doldurduğu ovadaki Çakalboğazı Gölü ilin başlıca gölleridir. Yamanlar dağı üzerindeki Karagöl ise bir krater gölüdür.

Bitki örtüsü Akdeniz İkliminin etkisi altında olup, Akdeniz bitkilerinden her türü İzmir’de yer almaktadır. Yüzyıllar boyu aşırı otlatma, yangın ve tarla açma nedenlerinden ötürü ormanlar ortadan kalkmış, yerlerini maki florası almıştır. Bu floraya ardıç, yabani zeytin, çitlenbik, sakız ve katır tırnağı gibi kuraklığa dayanıklı ağaçlar girmektedir.

Dağlık bölgelerin büyük bir kısmı ormanlarla kaplıdır. Denizden 600 m. kadar yükseklikte kızıl çam, daha yukarılarda kara çam ormanları vardır. Dere yataklarında çınar, kestane, söğüt, kavak, kara ağaç ve kızılcık gibi yayvan yapraklı ağaçlar bulunur. Palamut meşesi de ildeki ormanların belirgin ağaçlarından biridir. Kültür bitkilerinden biri olan zeytinlik ve üzüm bağı geniş bir alanı kapsamaktadır.

İzmir’de genel olarak Akdeniz ikliminin Kıyı Ege alt tipi görülür. Yazları Akdeniz kıyı şeridiyle aynı sıcaklıkta ve kurak, kışları ılık ve Batı Akdeniz’den daha az yağışlıdır. Sıcaklık ortalaması yüksek olan İzmir’de, ortalama sıcaklığın en yüksek olduğu temmuz ayının uzun yıllar değeri 27.6 derece, en düşük ortalama değer ocak ayında 8.6 derecedir. İzmir’in ortalama yıllık toplam yağış miktarı 69l mm.dir. Toplam yağışın miktarı yıldan yıla değişmektedir. İzmir en fazla yağışı Aralık (uzun yıllar ortalaması 154.3 mm.) ve Ocak (uzun yıllar ortalaması 132.6 mm.) aylarında almaktadır. En kurak aylar uzun yıllar ortalaması 2 mm. civarında olan temmuz ve ağustos aylarıdır. İzmir ilinde kar yağışı ender görülen yağış türüdür. Ancak, ili çevreleyen dağlarda kış aylarında kar örtüsü gözlemlenir. İzmir’de her mevsimde görülen nem, hava sıcaklığının yazın bunaltıcı, kışın dondurucu hissedilmesine neden olur.

İzmir’in ekonomisi tarım, sanayii, hayvancılı, balıkçılık, ticaret ve turizme dayalıdır. Yetiştirilen başlıca ürünler; buğday, patates, domates, çiğit, anason, pamuk, incir, mısır, arpa, tütün, zeytin, kavun, karpuz ve sebzedir. İzmir’de otlakların tarım alanına çevrilmesinden ötürü hayvancılık gerilemiştir. Bununla beraber, en çok koyun ve tavukçuluk yapılır. Arıcılık da ekonomisinde önemli yer tutmaktadır. İzmir Körfezi’nin kirlenmesinden dolayı eskiden yaygın olan balıkçılık önemini yitirmiştir. Ege açıklarında kefal, trança ve çipura avlanmaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında dokumacılığa ve tarım ürünlerinin işlenmesine dayanan imalat sanayii günümüzde daha çeşitli bir konuma gelmiştir. İzmir, Türkiye’nin en büyük sanayii merkezlerinden birisidir. Aliağa Rafinesi, Aliağa Petro-kimya Müessesesi, Makine ve Kimya Endüstri Kurumunun yüksek vasıflı Çelik Fabrikası, İzmir Tarım Alet ve Makine Fabrikası, Çimento Fabrikası, Alaybey Tersanesi, Cumaovası Perlit İşletmesi önemli sanayii kuruluşları arasındadır. Tariş, Yemta kimya sanayisi, metal eşya ve makine sanayisi, dokuma, halı giyim sektörlerinin Türkiye ekonomisinde büyük payı vardır. Ayrıca her yıl açılan İzmir Enternasyonal Fuarı kentin ticari ve ekonomik yönüne canlılık getirmektedir.

İl kapsamında bulunan antik kentlerin turizme de büyük katkısı olmaktadır. Doğal ve tarihi zenginliklerin yanı sıra Foça, Çeşme, Urla ve Gümüldür’deki oteller, moteller ve tatil köyleri turizm yönünden önemli kuruluşlardır.

Allionai Roma Köprüsüİzmir yer altı kaynakları bakımından da zengindir. Karşıyaka yöresinde altın ve gümüş; Ödemiş yöresinde antimon ve civa; Bayındır’da kurşun ve çinko; Seferihisar’da perlit, kurşun ve çinko; Karaburun’da civa; Tire yöresinde civa, grafit, mermer ve zımpara taşı; Torbalı’da demir ve mermer, Urla’da aspest; Foça Dikili ve Bergama’da perlit yatakları bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin tuz gereksiniminin hemen hemen yarısını Çamaltı Tuzlası karşılamaktadır.

İzmir yöresinin tarihi çok eski yıllara, Tunç Çağına (3500-1000) kadar inmektedir. Antik Çağda Smyrna olarak isimlendirilen İzmir İonia Bölgesi’nin önemli kentlerinden birisi idi. Smyrna-Samornia M.Ö. 3000 yıllarında Lelegler tarafından, bugünkü Bayraklı yakınında bulunan Tepekule mevkiinde kurulmuştur. Smyrna sözcüğü daha çok bir Amazon Kraliçesinden kaynaklandığı sanılmaktadır. M.Ö. 2000-1200 yılları arasında, Hitit Krallığı’nın etkisi altında kalan Smyrna, Hitit Devleti’nin M.Ö 1200 yılında Frig akınlarıyla yıkılması sonucu M.Ö XI. Yüzyılda Yunanistan’dan Batı Anadolu kıyılarına göç eden Aiollar, daha sonra da İonlar bölgeye yerleşmişlerdir. Yunanistan’dan gelen bu göçmen grubunun küçük bir bölümü Pagos Dağına, büyük bir bölümü de İzmir Körfezi ile Yamanlar Dağı arasındaki alana yayılmışlardır.

VII.yüzyılda Smyrna, Lydia’lıların saldırıları ile karşılaşmıştır. Özellikle Kral Gyges, saldırıları Smyrna üzerine yöneltmişse de kenti ele geçirememiştir. Kral Alyattes’in kenti yakıp yıkmasından sonra Smyrna, yaklaşık 300 yıl basit bir yerleşim alanı olmaktan ileri gidememiştir. Lydia baskısından bunalan İonialılar Smyrna’yı bırakarak çevre köylerine dağılmışlar, tehlikenin geçmesinden sonra da yeniden memleketlerine dönmüşlerdir.

M.Ö.V-IV.yüzyıllarda Smyrna ile ilgili bilgilerimiz oldukça karanlıktır. Büyük olasılıkla, diğer İon kentlerinde olduğu gibi burası da Pers egemenliğine girmiş ve tiranlar tarafından yönetilmiştir. Büyük İskender’in Çanakkale yöresinde Pers kralı Darius’u yenmesinden sonra (M.Ö.333) Anadolu’nun büyük bölümü Makedonyalıların egemenliğine girmiştir. Böylece diğer İonia kentlerinde olduğu gibi Smyrna da Helenistik dönemde gelişmiş, nüfusu artmış ve zenginleşmiştir. Bu arada kent Pegas Dağı (Kadifekale) eteklerinden ovaya doğru yayılmaya başlamıştır. Büyük İskender bir bakıma Smyrna’nın da kurucusu sayılmıştır.

Mitolojik bir öyküye göre; Pagos Dağında avlanmaya giden Büyük İskender, bir ağacın altında uyuya kalmıştır. Orada gördüğü rüyada kendisine Smyrna’nın bu yere taşınması öğütlenmiştir. Bunun üzerine Claros’daki Apollon kahinlerine danışmış ve şu cevabı almıştır:
“Kutsal Meles ötesinde Pagos’a yerleşmeye gidecek olan bu insanlar üç veya dört kez mutlu olacaklardır” Nitekim M.S.244-249 yıllarında Philippus döneminde basılmış bir Roma sikkesinde Büyük İskender’in Pagos Dağında ağaç altında uyurken iki tanrıçanın rüyasına girmesi görülmektedir.

Pausanias’dan öğrenildiğine göre; bu olaydan sonra Büyük İskender’in isteği üzerine kent Bayraklı’dan Kadifekale’ye taşınmış ve İmparatorun kumandanlarından Lysimakhos bununla görevlendirilmiştir. Bundan ötürü de Smyrna’nın çevresinde Lysmakhos ismi ile tanınan surlar yapılmıştır.

M.Ö.III.yy. başlarında Ephesos’luların tavsiyesiyle 13. üye olarak Panionion Birliğine kabul edilmiştir. Helenistik dönemde bağımsızlığını sürdürmüş, Seleukosların yanında yer almıştır.

Büyük İskender’in ölümünden sonra İmparatorluğu, generalleri arasında bölüşülmüş. Smyrna da Seleukosların payına düşmüştür. Pergamon Krallığının Seleukosları yenmesinden sonra da başta Smyrna olmak üzere, İonia onların yönetimine girmiştir. Pergamon kralı III. Attalos’un vasiyet uyarınca burası da Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır. Tiberius, Hadrianus, Caracalla gibi Roma İmparatorları Smyrna’ya özel bir konum tanımış ve bazı yetkiler vermiştir. M.S.178 depreminde kent büyük zarar görmüşse de Marcus Aurelius’un maddi yardımlarıyla yeniden eski görkemine ulaşmıştır. Onarılan yapılara yenileri de eklenmiştir.

Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile Bizanslıların bir eyalet merkezi olan İzmir, M.S. 440 yıllarında Hun Hükümdarı Atilla’nın istilasına uğramıştır. M.S. 695 yılından itibaren iki defa Arapların akınına uğramış, sonra yine Bizanslıların eline geçmiştir. Bizans döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. Aziz Yuhanna’nın Vahiy’inde geçen yedi cemaat arasında Smyrna’da sayılmaktadır. Diğer cemaatler ise; Ephesos, Pergamon, Thyateria (Akhisar) ,Sardes, Philadelphia (Alaşehir) ve Laodikeia’dır. Burada Aziz Policarp’ın da ismi geçmektedir. İncil’in Mektuplar kısmında yazıldığı gibi Aziz Paulos burada oturan halka mektuplar yazmış ve onları Hıristiyanlığa davet etmiş, bir yandan da yeni dine inananlara karşı yöneltilen baskı ve zulümlere karşı onları uyarmıştır.

Smyrna,M.S. V-VI.yüzyıllarda daha da gelişmiştir. M.S .440 yıllarında Hun Hükümdarı Atilla’nın istilasına uğramıştır. M.S.695 yılından itibaren iki defa Arap akınlarına uğramış, sonra yine Bizanslıların eline geçmiştir. 1081 yılında İzmir Selçuklular tarafından fethedilmiştir. 1097 yılında Haçlıların Anadolu’da ilerlemesinden yararlanan Bizanslılar, İzmir de dahil olmak üzere Ege’de Türklerin elinde bulunan tüm yerleri işgal etmişlerdir. Ancak M.S. VII.yüzyıldan sonra baskınları artan Arap akınlarından ötürü siyasi ve ekonomik yönden gerilemiştir. 1264’de Latinler liman bölgesine yerleşmiş, 1310’da da Aydınoğulları Beyliği’nin hükümdarı Mehmet Bey tarafından İzmir ele geçirilmiş, oğlu Umur Bey’e verilen İzmir’in Liman Kalesi, Haçlılar tarafından 28 Ekim 1334’de yeniden işgal edilmiştir. 1402 yılına kadar Aydınoğulları Kadifekale’ye, Haçlılar da Liman Kalesi’ne hakim olmuşlardır. Liman Kalesi 1402 yılında Timur tarafından ele geçirilmiş ve Aydınoğulları Beyliği’ne geri verilmiştir. Bundan sonra İzmir’de 1426 yılına kadar Aydınoğlu Cüneyt Bey hakim olmuş, yöre 1426 yılından itibaren Osmanlı Devleti idaresine girmiştir.

İzmir, 1472’de Venediklilerin saldırısına uğramıştır. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet, limandaki kaleyi yeniden yaptırmış ve XVII. Yüzyıla kadar kent güven içerisinde kalmıştır. XVII.yüzyılın başlarında İzmir Celali Ayaklanmalarından etkilenmişse de isyanların bastırılmasından sonra, önemli bir liman ve ticaret merkezi, konumuna gelmiştir. XVIII.yüzyılda İzmir’de ilk dokuma fabrikası, XIX.yüzyılda ilk kağıt fabrikası açılmıştır.

Osmanlı döneminde Cezair-i Bahr-i Sefid eyaletine, sonra da Anadolu eyaletine bağlı olmuştur. XIX.yüzyılın sonlarına doğru ise Aydın vilayetinin merkezi konumunda idi. I.Dünya Savaşı’ndan sonra 15 mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgal etmesi, Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına da neden olmuştur. İzmir, 3 yıldan daha uzun bir süre Yunan işgalinde kalmış, 30 Ağustos Zaferi’nden sonra 9 Eylül 1922’de Türk ordusu İzmir’e girmiştir. Yunanlılar kaçarlarken kenti yakmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra da İl konumuna getirilmiştir.

İzmir yöresinde Bayraklı, Pergamon (Bergama), Phokaia (Foça); Erythrai, Teos, Ephesos, Claros, Pitane (Çandarlı, Neon Teikhos (Yeni Kale), Kyme , Kolophon (Değirmendere), Metropolis, Allionai, Lebedos (Gümüldür) gibi antik kentler bulunmaktadır. Kadifekale’de Roma dönemi Agorası, Roma Yolu, Kızılçullu Su kemerleri, Yamanlar Dağında Tantalos Mezarı, Meryem Ana Kilisesi Antik Çağlardan kalan kalıntılardır. Osmanlı döneminde Faik Paşa (XVI.yüzyıl), Hisar, Hacı Hüseyin, Kestane Pazarı (1663), Ali Ağa (1672), Hatuniye (XVII.yüzyıl), Çorakkapı, Başdurak (1774), Kemeraltı (1671), Konak (1754), Kurşunlu, Şadırvan, İkiçeşmelik ve Salepçioğlu Camileri; Kızlarağası, Mirkelamoğlu, Karaosmanoğlu Hanları; II.Abdülhamid’in tahta çıkışının 25.yılı için 1901’de yapılan Konak’taki Saat Kulesi; Cumhuriyet Meydanındaki Atatürk Anıtı (1932) belli başlı eserleridir. Ayrıca